Bu yazıya tam olarak nereden başlayacağım bilemiyorum ama bilmeyene ufak bir açıklamayla girmek istersek şöyle diyebiliriz: Son zamanlarda benim için en ilham verici, hikayesi en dolu, her bir yarışmacının anlatacak apayrı hikayelerinin olduğu, neredeyse hiçbir şeyden zevk alamaz hale gelmeye başladığım ve ülke gündeminden boğulduğum o depresif ve rutin hayatımın içinde bir güneş gibi doğan, yarışmacıların tek sponsor ve destekçilerinin kendilerinin olduğu, mental ve fiziksel dayanıklılığın sınırlarının zorlandığı bir yarış.
“Transcontinental” adından da anlaşılacağı üzere yarış bir kıtayı (ki bu Avrupa oluyor) boydan boya kat etmek üzerine kurulu. Her sene farklı başlangıç ve bitiş noktalarının oluşturulduğu TCR’da bu sene rota Roubaix’den (Fransa) Moda’ya (İstanbul) idi. Moda’da ara sokakta bulunan bir kafenin önünde sonlandırıldı yarış. Buna ayrıca geleceğim. Yarışa ön ayak olan ve başlatan isim Mike Hall 2017’de bisikletteyken bir arabanın kendisine çarpması sonucu hayatını kaybediyor ve ismini de yaşatmak adına #bemoremike hashtag’i kullanılarak resmi hesaplardan kendisi sürekli anılıyor. Benim bu yarıştan haberim 2019 yılında bir kadının kazanmasıyla haberim oldu (Fiona Kolbinger).
Fiona Kolbinger
Bu sene yarışa 300 civarı bisikletçi katıldı, yarısından fazlası kronik sakatlık, kaza, uykusuzluk, mekanik arıza, acil eve dönüş gibi sebepler belirterek yarıştan çekilmek durumunda kaldı. Tabi bu yarışı bu sene bizim için özel kılan şeylerden biri sadece Moda’da bitmesi değil, yarışa meslektaşımız Sinan Kargı’nın da katılması oldu. Kendisini yaşadığı onca probleme rağmen bırakmadan ve bitiş süresini aşmadan tamamladığı için buradan tekrar tebrik ediyorum.
Yarışta belirli bazı kurallar var, tamamına şuradan ulaşabiliyorsunuz: https://www.lostdot.cc/spirit .
Kuralların ortak tek bir amacı var: Yarış ruhuna aykırı davranmak ve diğer katılımcılara üstünlük kuracak şeyler yasak. Bu rotayı sanki tek başınıza gidiyormuşsunuz ve başka kimse yokmuş gibi algılamanızı istiyorlar. Mesela rota boyunca bir yakınınızın size yemek/su ikramında bulunması yasak, ancak yakınınız diğer bisikletçilere de eşit şartlarda ikramda bulunuyorsa bunda bir sorun yok. Otelde konaklama için yarışın başından öyle çatır çatır rezervasyon yaptıramazsınız, aslında bunu yasak olarak nitelendirmiyorlar, bu bir görgü kuralı diyorlar, çünkü gece sürüşünde acil uyuması gereken birinin önceden yapılan rezervasyondan ötürü otelde yer bulamaması hoş bir durum değil. Ailenizi kaybolduğunuzda ararsanız telefonda onların size “kaybol” demesini de bekliyorlar. Lokasyon belirlemek için telefon görüşmesi yasak.
Yaklaşık 4000 km süren bir yol var, öyle armut seçer gibi almıyolar yarışçıları. Katılmak istiyorsanız organizatörlerle irtibata geçip katılım şartlarını öğreniyorsunuz, bunların arasında yapmanız gereken birkaç rota mevcut. Yani aslında TCR’a bodoslama giremiyorsunuz, girdiğiniz yarışlar ve yaptığınız hazırlıklar zaten TCR ruhunu anlamanıza ister istemez katkıda bulunuyor. Bahsedilen etkinliklere de girmeniz için yine bazı şartlar mevcut, önce sizden belirli bir zaman diliminde tamamladığınız rotaların ispatlarını istiyorlar. Kısacası size bir binanın basamaklarını yavaş yavaş çıkarıp hazırlıklı olduğunuzu düşündüklerinde mevcut kadroya alıp bir gökdeleni gösteriyorlar ve “hadi bakalım, çık şimdi” diyorlar. Yani bu yarışa giren herkes aslında ne için girdiğinin, hangi amaçla orada bulunduğunun farkında.
Gelelim bir yasağa daha: Karayolları (genelde) yasak. Otoban da tabii ki. GPS ile takip ediliyorsunuz, bu sene tüm yarışçıları harita üzerinden de canlı olarak da izleme fırsatımız oldu. Yasak diye belirtilen yollara kesinlikle giremezsiniz, bu da ağırlıklı olarak tali yolların ve gravel dediğimiz çakıl/toprak yolların kullanılmasına olanak sağlıyor.
Fransa’daki başlangıç parkuru hariç 5 adet zorunlu parkur var. Parkurlarda belirtilen rotayı yapmak zorundasınız ama parkurlar arasında herkes istediği rotayı seçmekte özgür, satranç burada başlıyor. Yokuşlu ve kısa bir yolu mu yoksa düz ama uzun bir mesafeyi mi seçeceğiniz size ait. Düz derken de öyle aklınıza su gibi akan bir yol gelmesin, şehirden uzaklaştıkça yaşadığınız mekanik arızalardan dolayı bir bisikletçi aramanız gerekebiliyor ve Sinan gibi bisikleti elinizde 15 km sürüklemek durumunda kalabiliyorsunuz. Kilitli pedal için kullanılan ayakkabıların topukludan hallice olduğunu düşünürseniz 2000. Km’de bu aslında yarış bırakma sebebi bile olabilir. Tabii burada anılacak başka bir arkadaş daha var, 250 km geride pasaportunu unutan Victor Bosoni herhangi birinin bunu kendisine ulaştırması yasak olduğu için geriye gidip pasaportunu alıp yoluna devam etti. Yani yarışta ekstra 500 km yol katetti diyebiliriz. Düşününce yorulduysanız bu yarışa pek hazır değilsiniz.
Victor Bosoni
Parkurlar sırasıyla Slovenya, Bosna, Kosova, Çanakkale ve İstanbul’da (finiş parkuru). Parkurlarda yanlış bir rotaya sapmanız ceza puanı almanıza sebebiyet veriyor. Yani önde bitirdiniz diye sevinmeyin, bir ay içinde sapmalar ve diğer ihlaller belirlenip ekstra süre hanenize ekleniyor. Burada en dramatik an yarışın bitimine bir km. kala Kadıköy Balon’un orada navigasyonu bulamayıp parkurdan çıkan üçüncünün yolunu bir türlü bulamamasından ötürü yerini arkadan gelene kaptırması oldu.
Abdullah Zeinab'ın rotayı kaçırıp (kırmızı çizgi) üçüncülüğü teslim ettiği an
Organizasyon çalışanları da tamamen gönüllülük kriterlerine göre geliyor. Fotoğrafçılar, araç kullananlar, hakemler vs hepsi bundan haz duyan insanlar. Hatta yarış esnasında belirli bölgelerde damga vurdurmak zorundasınız belirli istasyonlarda, bu damgalarının eskizini yapan arkadaş da gönüllü. Çok güzel çizimleri var, instagram hesabı bu: https://www.instagram.com/mrcl_sketches/
İstanbul’da gelen bisikletçileri karşılamak için gittiğimde fotoğrafçılardan Michael Drummond ile tanışma fırsatım oldu, takdir edeceğiniz üzere kendisi de bisiklet sevdalısı. Birisine parayla yaptırsanız daha iyi fotoğraflar çekilebileceğini düşünmüyorum çünkü tutku söz konusu olduğunda diğer her şey ikinci planda kalıyor. Aynı şekilde diğer fotoğrafçıların da harika işleri söz konusu, arşivlerine bir göz atmanızı öneririm.
Bitiş çizgisi bu sene Moda’da alelade bir sokakta demiştim. Ben de buna pek imkan vermeyip haritadaki işaretli yere gittiğimde gördüm. Zaten büyük bir kalabalık yoktu. Organizatör David Ayre ile tanıştık, neden burası diye sorduğumda “arkadaşım ile İstanbul’u bisikletle keşfediyorduk, birçok yerden geçtik ve bu sokağa girdiğimde hiç tereddüt etmedim, burada bitecek dedim” şeklinde konuştu. Herhangi ara sokak diyorum ancak ilginç bir şekilde bahsettiğim tüm arkadaşlarım daha doğru düzgün tarif bile etmeden bana sokağı hemen söylüyor, demek buranın insanlar üzerinde akıllara kazınan bir etkisi var.
Haritada GPS’ten binicilerin konumlarını takip edebildiğimizi söylemiştim. Müsait olmam ve makul bir zamanda yarışı tamamlayacak olmasından da ötürü birinciyi karşılamaya gidiyorum, Robin Gemperle yarışı 9 günde tamamlıyor. Günde ortalama 500 km’ye yakın pedallamış. Yarışın bittiği nokta burası, yani ironik olarak yarışı pedallayarak değil dik bir yokuşta bisikleti elinde çıkararak bitiriyorlar, muazzam detay.
Eşi ve ailesi kendisini karşılamak için gelmişler, duygu selini tahmin edebilirsiniz. Taşlara oturup bir süre boş bir şekilde ileriye doğru bakıyor, röportaj yapılırken de aklında hala pedal çevirdiğini hissedebiliyorsunuz. Bittiğine hala inanamıyor. Daha önce bu yarışa iki defa daha katılmış ve bu yarışın başlangıcında şöyle iddialı bir şey söylüyor: “ilki tecrübeydi, ikincisinde kaybettim, bunu kazanmak için geliyorum”. Bu sözleri kendisine “The Experiment, The Defeat, The Win” olarak adıyorlar. Önceki iki yarışın galibine birkaç saat kadar fark atıyor. Bunları söyleyen bir insanın aşırı hırslı ve üstten bakan bir görünümde olmasını bekleyebilirsiniz ancak inanılmaz mütevazı. Her türlü çetrefilli işin döndüğü büyük bisiklet turlarındaki ilaçlı sporculardan bir imza almaktansa şu levhanın evimde durması çok daha onur verici, kendisinden imza istediğimde “bu çok havalı, çok onurlandım, teşekkür ediyorum” diyor. 4000 km sonra yazdığı cümlenin “looking forward tons of baklava” olmasını yarış biter bitmez kendisine verilen bir kutu baklavadan ötürü olduğunu düşünüyorum. Maslow’un ihtiyaçlar piramidinde kendisi o an en alt basamakta.
Diğer bisikletlileri de vaktim oldukça karşılamaya gittim, eşine kavuşan bir bisikletçinin eşiyle beraber fotoğrafını çekmek istediğimde kendisi eşini uzaklaştırıp önüne bisikletini koydu. Beraber kelimesi için bisikletini algılamış. Eşine alınmaması gerektiğini, 2 haftadır tek yoldaşının bisikleti olduğunu ve “beraber” diyince aklına başka bir şey gelmesinin şu dakikalarda imkansız olduğunu söylüyorum, neyse ki sonra beraber fotolarını da çekebiliyorum.
Sinan’ı yarışı bitirdiği gün şehir dışında olduğu için karşılayamıyorum ancak hayranları zaten çok fazla, aşağıdaki fotolardan görüleceği üzere klas bir karşılaması oluyor.
Diğer bitirenlerden bazılarıyla da konuşma fırsatım oluyor. Hepsinin çokça hikayesi ve anlatacağı var. Karanlıkta yokuş aşağı giderken uyuyakalanlar, Hırvatistan’da neredeyse emniyet şeridi bile olmayan bir yolda tırlarla yan yana gidenler, uyumak için seçilen ilginç lokasyonlar, açlık ve susuzlukla edilen ilginç mücadeleler, yarışı bırakırsa gireceği masrafın daha fazla olmasından ötürü “mecbur bitirdim” diyen bir arkadaş, köpek saldırısına maruz kalanlar vs vs. Yarışı 14 gün içinde tamamlayan Sinan Kargı’nın yarış içinde yaşadıklarına dair detaylı bir podcast’e bu linkten ulaşabilirsiniz.
TCR bir yarıştan çok daha fazlası. Sponsorların cirit atıp göz kanatmadığı, siyasetin bulaşmadığı, farklı ülkelerden insanların tek bir amaç uğruna orada bulunduğu, bazı bisikletçilerin hakemlere kendi yanlışlarını ihbar ettiği, sporcunun zeki, çevik ve ahlaklılarını barındıran bir etkinlik.
Eğer bu seneyi kaçırdıysanız seneye "amatör ruh" nedirin cevabını bulmak isterseniz veya biraz ilham peşindeyseniz bu organizasyonu takip edebilirsiniz.
Comments