Selim oldukça eli sıkı, kendisine faydasının dokunmayacağını veya finansal olarak geri dönüş alamayacağını bildiği şeylere harcama yapmaktan kaçınan, hemen hemen hiçbir hobisi olmayan, eğitimden uzak, ailesinden bir şekilde eline büyük miktar para kalmış, yaşamayan ama daha çok hayatta kalma içgüdüleri üzerine yolunu çizen bir insandı.
Aslında tüm tanım buydu Selim için: Yaşamıyor, hayatta kalıyordu. Kitap okumaz, sanatsal aktivitelere ilgi duymaz, spor yapmaz, teknolojiyle ilgilenmez, tatile çıkmaz, canlılara saygı duymaz, insanlara güvenmez, vergiden kaçınırdı. Babası zamanında İstanbul’da aldığı arsalardan köşeyi dönmüş, müteahhitlerle anlaşmış sonra da kendi firmasını kurmuştu. Selim’e de işi öğretmeyi düşünse de Selim “daha fazlasını napıcam zaten tek çocuğum, bu para torunlarım torunlarına bile yeter” demişti. Tembeldi Selim… Ama zengindi işte… Babasını kaybetmiş olmanın yasını bile tutmadan kefen parasını bile ona çok görmüş “ya bi arkadaşla konuştuk, kefeni toptan alırsak makul bir fiyata bırakıyormuş, en iyisi mi yakınını kaybeden birkaç kişi daha bulup birleşelim biz” demişti. Mezarını bile yaptırmamış öyle toprakla bırakmıştı, “mezarlığı süslemenin dinde yeri yok” diyordu.
Selim sosyalliğinden dem vurmaya dursun, nasıl olduysa bir kıza aşık olmuş, bankada faize yatırdığı paranın faizinden ufak ufak kız için tırtıklamaya başlamıştı. Faizin bir kısmını da günlük faize yatırıyor ve kıza ordan da gelen faizden hediyeler alıp şımartıyor, lüks kır pideci salonlarında damak tadım günleri yaptırıyordu. Kız Selim’in mal varlığından haberdar, onun yüksek kıdemde bir pinti olduğunu biliyordu. Mahalleden Murat’a aşıktı ama Murat da parası olmayan bir serseriydi, tüm birikimini kırmızı Tuborg’a ve arabasının ışıklarına yatırıyordu. Kız bir şekilde durumu idare edip, evlendikten sonra Selim’in elindekilere çökmeyi düşünen bir melekti.
İşleri ciddiye bindirmek için önce aileyle tanışmaya gitti Selim, takım elbisesi yoktu, zaten gerek de yoktu, basmakalıp şeyleri sevmez, toplumsal baskılara boyun eğmezdi. Fenerbahçe eşortmanlarını çekip çıktı ailesinin karşısına. Pimpinella saxisfrage diye isimlendirilen, halk arasında da abdestbozan otu olarak bilinen bitkilerden bir demet yapıp, dört paket de sade milka almıştı, üç paket alana bir paket bedavaydı o gün MOPAŞ’ta. Seviyorum dedi Selim. Ailesi kızı mı yoksa çikolatayı mı sevdiğini tam olarak anlamasa da durumu idare edip geçiştirdiler.
Kız zamanla Selim’in cebindeki akrebin zehrini almayı başarsa da asosyalliğinden gelen o “hayatta kalmak dışında bir şeye para harcama” konusunu bir türlü aşamıyordu. Kır düğünü istiyorum dedi kız. Selim çok sevindi. Kır düğünü ile kır pidesini kafasında bir şekilde bağdaştırmış ve bunun oldukça ucuz yollu bir şey olduğunu düşünmüştü. Hiç düşünmeden tamam diyiverdi. Ta ki yerleri görüp fiyatları alana kadar. “Yauuvv” dedi… “Mekan dağılma riski yok, yer silme derdi yok, demirbaş ve sarflar zaten oldukça düşükken bu kır düğünü nasıl daha pahalı, biz nikahı basıp geçelim olmaz mı”. Kız hayatta yanaşmadı. Selim kesenin ağzını bir miktar açmaya karar vermişti artık, içgüdüsel olarak neslini devam ettirmek istiyor, bu paraları da iradesizce içgüdüsel olarak harcıyordu.
Selim babasından kalan arsalardan bir mandırayı kapatıp büyükbaşları sattı. Mandırayı kır düğünü konseptine uydurdu. Kendi düğünü ucuza gelsin diye yapmıştı ama kısa sürede bir sürü yeni çift talip oldu. Kendi düğününe daha iki ay varken, önündeki tüm hafta sonları günde iki tane düğünle beraber doldu.
Kız “ben bekarlığa veda da istiyorum ama bunu burda erkek tarafı karşılar” dedi. Selim toptancı “bride to be” taçları satan bir firmaya ulaştı. Bin tanesini alıp kıza birini verip geriye kalanını perakende satışa koydu. Sektör o kadar hızlı ve canlıydı ki ordan kazandığı parayla da kızın arkadaşlarına yine toptancılarla anlaşıp “brides made” taçları ve bekarlığa veda için saten gecelikler almış, hatta bir de jakuzili mekan kiralamıştı. Artanları yine perakendeden satışa koymuş, inanılmaz bir para kazanmıştı. Hoşuna gitmişti Selim’in… Kız Selim’e “sen de yapsana bekarlığa veda, artık herkes yapıyor biraz sosyal ol, müzikli, yemekli, eğlenceli bir yere git arkadaşlarınla” demişti. Selim bunun üzerine yakındaki bir AVM’nin giyim mağazasında part time olarak çalışan arkadaşıyla anlaşıp yukardan mağazaya yemek söyledi ve mağaza müzikleriyle çılgınlar gibi eğlendiler.
Kız ailesinin makul istekleri vardı; beşi bir yerde, birkaçı nerede, öteki beride falan tarzı şeyler işte. Hepsi kızın ağırlığına eşit olsun yeterdi, bir gram fazlalarında gözleri yoktu. Selim kuyumcu dükkanı açtı. Daha kızın altınlarını bile tamamlayamadan elindekiler düğün sezonunda asfalta düşen bir su damlası gibi buharlaşıp uçuyordu, darphaneden mal yetiştiremiyordu ama paraya da para demiyordu.
Balayı için mutlaka yurt dışı olmalıydı, artık herkes yurt dışına çıkıyordu. Selim uyguna gelsin diye işin içine girmiş seyahat acentesi açmış, ordan da beklemediği bir talep görmüş ve iyi kazanmıştı. Kısa süreli aydınlanmalar yaşıyor, meleğinin kendisine şans getirdiğine inanıyordu.
Düğün zamanı gelmiş, Selim servetine servet katmış, düğün sektöründen köşeyi dönmüştü. Hiç tahmin edemediği paraları, hiç tahmin edemeyeceği kadar kolay kazanmış, bunun için iki ticari temas yeterli olmuştu. Faizle resmen günü öldürdüğünü düşündü. Nikah memurunun karşısına çıktılar, ve o soru geldi “Semih oğlu Selim, hiçbir baskı altında olmadan, iyi gün…… bu kızı eşin olarak kabul ediyor musun”… Evet… “Peki sen kızım…….. bu çocuğu eşin olarak kabul ediyor musun”… Evet… “O zaman ben de Höykenekoğlu Belediyesi’nin bana verdiği yetkiye dayanarak sizleri karı koca ilan ediyorum”…
Selim bir anda altından dökme bir put gibi duran eşinin gülerek karanlık bir girdap içinde kendisinden uzaklaşıp sonsuzlukta kaybolduğunu gördü. Girdabın içinde kuyumcu dükkanı, düğün salonu ve seyahat acentesini de görmüştü. Son bir parıltılı ufak bir halka belirmişti karanlıkta, ne olduğunu anlamak için elini siper ettiğinde parmağındaki yüzüğün yerinde olmadığını gördü.
Selim babalarından kalan eski evine kiracı olarak geri döndü, içgüdüsel olarak hayatta kalması gerektiği üzere bir bardak soğuk su içti. Kız erdi Murat’ına biz çıkalım nerelerine…
Corale
Comments