On bir katlı bir binanın son katında oturuyorum. Asansörümüz görece hızlı, geniş ve güvenlik kapısı falan var. Zemin kattan asansöre biniyorum, biraz basık ve karanlık bir ortam mevcut, bu sefer bir farklılık hissediyorum nedense, katımı gösteren numaraya basıyorum ve asansör harekete geçiyor. Bir, iki… Bekliyorum… On, on bir, durmadan devam ediyor: on iki, on üç !? Uyanıyorum. Neden bilmiyorum, bu asansör rüyasını defalarca görüyorum. Kendi oturduğum yer veya başka binalar fark etmeksizin, asansörler o son katta durmadan devam edip içimi bi ürpertiyor…
Neyse şurda bir pazarınıza romantik komediyle girmek varken psikolojik gerilimle girmek istemezdim ancak aklıma gelmişken yazımın bir yerine de bunu iliştirmek istedim. Eşim hayra yorup bunu çok yükseleceğime bağladı ancak şu rüyayı senelerdir görüyorum, dilerim asansör kabini damdan fırlarcasına yükselmem. Ya da hiç yükselmeyeyim zaten parada pulda şanda şöhrette gözüm yok... Ama üç beş ateşlerseniz hayır demeyecek kadar da davetkar bir insanımdır.
Bu sersemlikle güne başlamışken kahvaltılıklarımı getir götürle ve moto kuryeci arkadaşlarla falan değil de hem biraz hava da alayım zihnim berraklaşsın diye dışarda esnafla kendim halletmek istedim. Mahallemizde MOPAŞ dışında nadir market bulunmakta, hatta açık konuşmak gerekirse her bina altında bir MOPAŞ bulunmakta, adres tarif ederken cami gibi kullanıyorsunuz burayı: Birinci değil ikinci MOPAŞ’tan sola dön, karşına çıkan MOPAŞ’ın üstündeki apartman… Gibi…
Süt ürünleri ve şarküteri ağırlıklı dükkanların bulunduğu işlek bir sokağımız var, isimlerin önüne arkasına “gurme, fabrika, patisserie” gibi şeyler yazarak elit ve lüks görünümü vermeye çalışıyorlar. Maalesef bana en çok koyan kısım senelerdir o sokakta bulunan Süleyman Bakkal’ın ismini “Salomon Market Express” olarak değiştirmesi oldu. İki yanına da büyük marketlerin express dükkanları açmasıyla bu kapitalist baskıya boyun eğmiş ve kendisine dev bir marketin mini şubesi süsü vermek istemişti. Kira vermiyordu, dükkana topraktan girmişlerdi, aynı binada iki evi daha vardı, sırtı yere gelmezdi. Cama kocaman harflerle “unlu mamül” ve “memba suyu” yazarak elit olunamayacağını anlatsak da huylu huyundan vazgeçmezdi, mamül ve memba kelimeleri kırmızı çizgileriydi.
Ben rotamı süt ürünleri satan bir fabrika satış mağazasına yönlendirmişken üzerine saman atılmış boklu yumurta reyonunun önünde üç kişinin ateşli bir tartışmaya girdiğini gördüm, gündem oldukça globaldi, hepsi kendi görüşünü farklı ırka mensup insanları yaftalayarak pekiştiriyordu: Türk insanı fırsatçılığı, Arap görgüsüzlüğü ve batının iki yüzlülüğü… Aslında bunu söylerken insanoğlunun toptan çiğ süt emmiş bir tür olduğunu unutmuşlardı ve bu fabrika satış mağazasında çiğ süt yoktu.
İkinci rotam da açılalı daha bir sene olmayan “tarihi böreking bad” börekçisiydi. Bir şeyin tarihi olabilmesi adına gereken kriterleri tam olarak bilmemekle beraber sanırım “açılış tarihi” veya “yemekten sonra gelen acı çay ikramı” artık bu ünvan için yeterli oluyor diye düşündüm. İçerisi “Breaking Bad” konseptinde yapılmış olduğu için böreğin porsiyonuna istenecek tutarı içimden iki ile beş arasında bir sayı tutup çarpıyordum, çarpım tablosunda oldukça başarılıydım, çocukken canım sıkılmış ve dedemden bana iki ve üç haneli sayıları çarpmayı öğretmesini istemiştim, bunları benzin ve börek alırken kullanmam gerekeceği nerden aklıma gelebilirdi ki?
Alışverişimi tamamlamış yürüyerek evime dönüyordum ki ara sokakta bir oto yıkamacıyı görünce aklıma periyodik olarak gelen içgüdüsel “arabayı yıkatsam mı yaa” sorusu musallat olmuştu. Bu soru sadece oto yıkamacı görünce gelen bir histen ibaretti. Telefondan açıp hava durumuna baktım ve iki günü yağmurlu görünce bir masrafı ertelemenin başarılı vicdani duygusuyla da yoluma devam ettim. Üzerine astıkları “nano teknoloji ile araba yıkanır” brandasının altında sigortasız çalışan Suriyeliler’in tazyikli suyla arabaya müdahalesiyle, arabanın renginin nasıl solduğunu adım adım izledim. Nano teknoloji, hipokloröz ve aktif karbon bileşenleriyle bu milletin sırtı yere gelmeyecekti. Reklamlar öyle diyordu.
Paralı olmayan ucuz poşetlerden biri yırtılmak üzereyken bina girişine geldim, katımı gösteren numaraya basıyorum ve asansör harekete geçiyor. Bir, iki… Bekliyorum… On, on bir, durmadan devam ediyor: on iki, on üç…
Corale
Müthiş monteli bu görseli şu siteden aldım, kendilerine saygılarımı sunuyorum: https://walltran.com/post/28171_boreking-bad-mizah-kesfet-walltran.html
Comments