top of page
Yazarın fotoğrafıKoral Bayraktar

Duygularımın Dolandırıcıları Üzerine – 2

Efem bu yazımın ilkinde dolandırıcılığın somut verilerinin üzerimde oluşturduğu soyut etkilerden bahsetmiştim. Eğer okuduysanız birkaç koli eldiven için nasıl maymun olduğumu, dolandırıcıların parayı iade edeceğine dair verdiği sözlerin ve umutların nasıl Çernobil’deki ağaçlar gibi sarardığını hatırlarsınız.


Yazıyı kaleme aldığım tarihten bu yana üç ay geçmiş ve bu süreç zarfında bazı gelişmeler oldu sizlerle onları paylaşmak istedim.


Öncelikle şubat ayında adliyeden arandım. Kendini savcı olarak tanıtan kişiye başta itibar etmek istemedim, çünkü İç İşleri Bakanlığı bana böyle bir mesaj atmıştı. Kendini polis, savcı olarak tanıtan kişilere itibar etmiyordum. Telefondaki ses paramın yatıp yatmadığını sordu, ben dedim kesin dolandırıcılar benle yine makara geçiyor, sinirlenerek dişlerimi sıktım ve ağız açıklığım sıfır olacak şekilde “yatmadı güzel kardeşim, yatmadı canım benim” dedim. “Yalnız yatmadıysa adliyeye gelip ifade vermeniz gerekiyor” diyince ben tabi üzerimdeki tüm gerginliği saldım ve biraz heyecanlandım, suratıma o karşı tarafı yanlışlıkla kırdığını ve bunu telafi etmek istediğini çünkü ona muhtaç olduğunu belirten tebessüm geldi.


Gün tarih belirlendi. Adliyeye gittim. Bilişim Suçları departmanına gittiğinde koridordaki güvenliğe kimle görüşmek istediğimi belirttim ve orda öyle birinin olmadığı cevabını aldım. Kan beynime sıçradı. Dolandırıcılar gerçekten bu kadar insafsız, gerçekten bu kadar kötü insanlar olabilir miydi? Umut tacirliğinde bu derece seviye atlamış ve dolandırdığı kişinin peşini hayat boyu bırakmayıp onun duygularıyla oynayacak kadar hainler miydi? Acaba bu dolandırıcı ilkokulda simit oynarken tekme atıp çamura düşürüp üstünü başını mahvettiğim çocuk muydu da bana senelerce kin beslemiş ve şimdi benden öcünü alıyordu?


Hemen beni arayan telefona geri döndüm elim ayağım titreye titreye, güvenliğe başka bir isim söylememi istedi, bir kulağım telefondayken “Anderson Bey” dedim. Güvenlik de “haaa evet ya biz onu Anderson diye çağrıyoruz” diyince (isim konusunda şaka yapmıyorum) alnımdan akan soğuk terleri kolumla silip içeri geçtim. Bilişim Suçları Bürosu bizim öğrenci işlerini andırıyordu ama onun çalışanıydı. Yani masalar, evraklar her şey aynı yerde ama insanlar onları okuyor, bir şeyler yazıyor ve içeri geleni dinliyorlardı. Sağ olsun bana telefonda ulaşan beyefendi benle baya ilgilendi. Savcının biraz gecikeceğini, vaktim yoksa şimdiden suç duyurusunda bulunup evrakları düzenleyebileceğinden bahsetti, ben de onayladım.


Verilen bilgiler ışığında aralık ayında dolandırıcının ileri vadeli bir eft geçtiğini ve ödemeyi yaptığını iddia ettiğini öğrendik. Tabi ki o “ileri vade” benim nezdimde asla bir karşılık bulmamıştı. Sonra tabi yapboz parçalarını birleştirince büyük resmi gördüm ve dolandırıcının neden bana devamlı mesaj attığını anladım. Maksadı beni duygusal olarak yıpratmak değil konuşmaların çıktısını alıp “ödemeyi yaptığını onayladığımı” göstermekti. Ben de haklı davamın arkasında durup suç duyurusunda bulundum ve bir haftaya falan duruşma tarihi belirlendi. Yani dün…


Dün ne oldu…


Avukat bir arkadaşımla konuştuk, malum artık profesyonel yardım almak gerekiyor, dolandırıcı bile avukat tutmuş benim başım kel mi? Avukat bile tutsam ilk duruşmaya katılmam gerektiğini öğrendim, o hastalar iptal olacaktı, giyecek eldivenim bile yoktu :(. Duruşma salonunun önünde avukat arkadaş ile buluştuk, sanki haksız olan benmişim gibi bir gerginlik başladı. O kadar uzak bir yer olmuş ki benim için sanki birazdan “tutuklayın şu pis dişçiyi” diyeceklermiş gibi bekliyorum. İçeri girdik, avukat hanım oturdu ben de ayakta aylak aylak dikilirken şöyle bir oturayım dedim gol bir…


Mahkeme başkanı eliyle kalk kalk işareti yaparak evime gönderdiği tebligatı elinde sallayıp elime ulaşmadığını ve şu şu adreste ikamet edip etmediğimi sordu, o sırada mübaşir bağıra bağıra konuştuğu için bir şey anlamadım ve ufaktan ayağa da kalkarak “efendim?” diye tekrar etmesini istedim, sonra da “sana soruyorum sana, eline ulaşmamış diyorum, bu adreste ikamet etmiyor musun?”. Dedim evet ordayım ancak elime ulaşmadı ben e-devlet’ten edindim bilgileri.


Sonra soruşturma kapsamındaki ifadelerimi tekrarladı “böyle olmuş paranı alamamışsın. Zararın karşılandı mı”. Karşılanmadığını belirttim. Girişteki ince ayardan beri “evet, hayır, hıhı, oldu, olmadı” gibi telefon tuşuna basmalı kısa cevaplar vermem gerektiğini anlamıştım. Sonra benden davalının parayı yatırması gerektiği IBAN’ı istedi. Orda ikinci gol geldi. Şirket hesabından gönderdim benimkini mi vereyim, şirk… Derken mahkeme başkanı da durur mu yapıştırmış cevabı: “yaaavvv farketmez işte para yatacak IBAN lazım”. Ben ikinci ayarımı da yedikten sonra geriye kalan terimsel ifadeler avukat ile başkan arasında geçti, ikinci duruşma da eylül ayına ertelendi.


Her şey bitti mi? Tabi ki hayır. Durumu eşime telefonda anlatmak için adliye koridorlarını ve asansörlerini aştım, metroya doğru giderken yolda aradım dedim böyle böyle oldu, tam o sırada arkadan bilmediğim bir numaranın beni aradığını fark ettim. Eşimle iki dakika falan daha konuştuktan sonra numaraya geri döndüm ve karşıdan hafif gırtlaktan, biraz kabaca, günde muhtemelen iki paket sigara içen, kırk elli yaşlarında şöyle bir erkek sesi geldi “yaauuvv amma konuşuyorsun, ne kadar meşgulsün”. Sanırım sevecen ve kafasına bir tane çakılası bir arkadaşım bana espri yapıyor diye düşündüm, hemen sonra bu muhabbete rağmen saygıda kusur edilmemesi gereken biri olabilir mi acaba diye sordum “eheh numarayı kaydetmemişim kimsiniz?”.


“Mübaşir ben, kimliğini unuttun kimliğini… Çıkıyorum ben gel çabuk al”.


Sakın dolandırılmayın... Sakın...


Corale




551 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page