top of page
Yazarın fotoğrafıKoral Bayraktar

Curriculum Vitae Non Nocere

Geçenlerde iş başvurusu için halk arasında ismi “cadde” diye geçen lüküs muhitte “sen buranın hastasını kaldırabilir misin” diyen bir hocamızın kliniğine değinmiştim. Birkaç meslektaşımın yolu daha oraya düşmüş, başka ipucu vermeden şakkadanak ismini söylediler. Bugün mekanı ifşa etmeden iş görüşmemin detaylarını e-kalem’e almaya karar verdim.


Doktoramın iki veya üçüncü senesindeyim, kendi fakültem dışında kurumsal bir hastanenin köleliğini yapıyorum. Kesintiler gırla, tüm vergiler benden çıkıyor, sağ olsunlar çalışmam için ağızla üfleyince çalışan bir aeratör ve pipet veriyorlar… Ekstra olarak da çantaya gidiyorum, genelde gündüz hekimlerinin açıp kevgire çevirdiği kanalları adam etme çabası içindeyim, tabii kanalla kurtaramazsak “etik olarak” para almamın haksızlık olduğunu söylüyor bazıları bana. Etik olarak sigortamı yapmayan işverenim etik olarak kanalı bana direkt yönlendirmek yerine etik olarak kevgire çevirdikten sonra etik olarak bana yönlendirmek ve başarısız olursam etik olarak parasını vermemeyi uygun görüyor.


Mezun olur olmaz şu sıralar “tinder” görevi de gören bir iş ilanı sitesine CV bırakıp unutuyorum. Ekstra “düzgün bir yer” arayışı içerisindeyken yaklaşık üç sene sonra telefonum çalıyor ve beni “dentdürrük”ten aradığını söylüyor bir sekreter. Şu gün şu saatlerde gelebilir miydiniz, CV’nizi inceledik ve sizinle görüşmek istedik diyor. Henüz doktoramın devam ettiğini, ancak fakülte bittikten sonra görüşmeye gelebileceğimi söylüyorum, saat konusunda kısa süreli bir pazarlık yapıyoruz, sekreter hanım arada hocamıza dönüyor, arkadan fısıltılı sesini işitiyorum değerli hocamızın “ya ne fakültesi eksin gelsin erken çıksın işte onu mu bekleyeceğim”…


Fakülteden utana sıkıla izin isteyip “on dakika” erken çıkıyorum. Bahar aylarındayız, araba yerine toplu taşımayı tercih ediyorum, Kadıköy’de ikamet eden biri olarak Nişantaşı’ndan Beşiktaş’a yürümek ve vapura binmek benim için hep çok büyük bir keyif olmuştur, hala da öyle. Anlam bütünlüğünü bozan bu cümleyi niye yazdığımı daha sonra anlayacaksınız. Fakülteden çıkar çıkmaz ciddi bir yağışa yakalanıyorum, sel kıyamet içinde paçalarıma ve ayakkabılarıma suyu yiye yiye bayır aşağı Beşiktaş’a varıyorum. Vapurda kaloriferin kenarında paçalarımı Kadıköy’e varana kadar biraz kuruttuktan sonra iner inmez gördüğüm ilk su dolu çukurun içine “çünkü neden olmasın” diye giriyorum…


Yağmur tekrar bastırıyor. Taksiye atlıyorum ve lokasyonu söyleyip yarım saat sonra yaklaşık birkaç yüz metre ileride iniyorum. Trafik felç… Bu süre zarfında telefonum yaklaşık beş defa çalıyor, sekreter hanımla tekrar bir saat pazarlığı içindeyiz. Mutabık olduğumuz saat henüz olmamasına rağmen defalarca “nerede kaldınız, kaçta burada olursunuz, hocamız çıkacak sizi bekliyor” gibi tacizlere uğruyorum. Sıra dışı hava koşullarının orada yaşanıp yaşanmadığını soruyor ve mevcut trafikten bahsediyorum. Bir yandan da yaklaşık üç-beş kilometre gibi bir mesafe olduğunu görüyorum ve başlıyorum o yağmurda yürümeye… Biraz yürüyüp trafiği bertaraf ettikten ve anayola çıktıktan sonra atlıyorum bir dolmuşa ve oturunca “fıççık” diye bir ses çıktığını işitiyorum, suyun her hücreme nüfuz ettiğini, bunun insanı oluşturan sudan değil de yağmurdan olduğunu düşünüyorum.


Sırılsıklam bir vaziyette trafiğin tekrar başladığı yerde inip geç de kalmamak adına başlıyorum tekrar yürümeye. Yağmur tekrar bastırıyor ve anlıyorum ki kurumaya çalışmak nafile, oraya ıslak gideceğim. Üstüm kurusa bile içeriye girince sekreterin üzerime kovayla su dökeceğini düşünüyorum. Saat 17 gibi randevulaşmışız, içeriye 17.10’da sırılsıklam bir vaziyette girmiş oluyorum. Sekreter beni karşılayıp kenardaki galoşları giymemi rica ediyor, suya dönüşmüş bir süper kahraman gibiyim, o galoşu giymekle bir viledayla şelaleye girmek aynı etkiye sahip olacaktır diye düşünüyorum. Oturmamı ve beklememi rica ediyor, bekleme odasındaki koltukların ıslatmak için fazla güzel olduğunu ve ayakta beklememin daha doğru olacağını söylüyorum. Sekreterimiz içeriye geçiyor hocamıza haber veriyor, kısa bir süre sonra beni içeriye davet ediyorlar.


Hocamız masasında elinde bir tabletle oturuyor (ki o zaman tabletler yeni patlamış piyasada, ben ufo görmüş masum köylü gibi bakıyorum). Hoş geldin beş gittin girizgahından sonra oturmak için bir hasta önlüğü veya koltuğu çok ıslatmamak adına başka bir şey rica ediyorum. Sekretere sesleniyor ve getiriyorlar, altına bez bağlanmış bir bebek gibi oturuyorum. Hocamız bu arada tablete bakıp bana bazı sorular sormaya başlıyor, nerelerde çalıştım, tecrübem nasıl, bir kanalı kaç dakikada bitiriyorum vs. Buraya kadar sorular anlaşılabilir. Sadece kendisi ben soruları cevaplarken tablete bakarak parmağını primat gibi tablet üzerinde aşağı yukarı gezdirerek sözüm bitmeden cümlenin ortasında başka bir soruya geçiyor. Kendisine ses kaynağının ben olduğunu, konuşurken bana bakması gerektiğini söylemek istiyorum ama tabletin o sırada bir iş görüşmesinden daha mühim olduğunu düşünüyorum.


Sorular çeşitlenmeye başlıyor ve ıslaklığımdan da yola çıkarak arabamın olup olmadığını soruyor. Araç var ama kullanmayı tercih etmiyorum diyorum. Var da mı kullanmıyorsun yoksa olmadığı için mi diye tekrar sormayı uygun görüyor ben de istediği detayı kendisine yukarıda az evvel anlatım akışını bozan cümleyle veriyorum. “Nerede yaşıyorsun sen ya karşıya arabasız mı gelip gidiyorsun, araba lazım BİZE, karşıda da bir şubemiz var, yeri gelecek orada da olacaksın” diyor. Ben iki elimi bacaklarımın arasına kıstırmış mükemmel bir av gibi kaderime boyun eğerek susuyorum. Hemen sonra şık giyimli ve bakımlı genç bir kadın içeri dalıyor ve kapıdan beri bana bakıyor, tam benim konuşmamın ortasında “sen şu iş görüşmesi için gelen misin” diyor. Şık giyimli demiştim, elbisesinin paçalarına bakıyorum nezaket akıyor. Evet diyorum. Hoca hala tablete bakıyor gözlüklerinin üstünden ve bana şöyle bir soru soruyor: Sen buranın hastasını kaldırabilir misin? Neyi kastediyor acaba tam olarak diyorum. Vale park mı yapacağım, şarap tadımına mı götüreceğim hastayı, yoksa hakikaten fiziki olarak hastayı kaldırıp belini kütletmemi falan mı istiyor…


Ben hastayı kaldırıp kaldıramayacağımı düşünürken eşi bana bakıp “böyle mi giyinmeyi tercih ediyorsun” diye soruyor. Burada hastalar şıklık ister, üstüne başına çok dikkat eder, böyle spor ayakkabılarla sırılsıklam falan gelemezsin kliniğe diyor. Kendisine tercihen kuru kalmak istediğimi ancak hava şartlarından ve araçsız olmamdan ötürü bu şekilde geldiğimi izah etmeye çalışıyorum, çok yürüdüğüm için de spor ayakkabıların ergonomisinden bahsediyorum ve hocaya dönüyorum hala tablette. Kadın bana komplikasyon yapıp yapmadığımı soruyor, alet kırmak gibi mi diye cevap verdikten sonra “nee alet mi kırıyorsun” diyor. “Hayır yani bir komplikasyon olarak aklıma geldiği için soruyorum” diyorum ama beklediğim oluyor ve “buranın hastası alet kırılmayı falan kaldıramaz, alet kıramazsın hastada” diyor. Başka yerlerdeki hastaların da zaten bunu çok kaldırmak isteyeceğini sanmadığımı ve alet kırmanın hoş bir şey olmadığını söylüyorum.


Muhabbet koyulaşıyor. Koyulaşmayı açayım burada; damar içinde pıhtılaşmaya başlayan bir kan gibi, bu pıhtının ne zaman atacağını beklemeye başlıyorum. Hoca konuşmuyor, bundan sonra aralarındaki samimiyet belirten hitaplardan artık eşi olduğunu anladığım kadınla devam ediyoruz. Bana orada bir fakültede profesörlük yapan hocanın çalıştığını söylüyor ve ondan daha iyi kanal yapıp yapamayacağımı soruyor. Kendisinin oldukça saygı duyduğum bir hoca ve hekim olduğunu ve ondan iyi yapmak gibi bir kıyasa girmenin yanlış olduğunu ancak onun kadar iyi yapmaya gayret edeceğimi belirttiğim siyasi bir cevap veriyorum. Hemen ardından keşke politikaya atılsaydım daha iyi bir muhalefet olurdum diye düşünüyorum. Bana hocanın vakaları dolgusuyla kaç dakikada yaptığını söylüyor ve benim süremi soruyor. Hızdan ziyade kaliteli işe odaklandığımı her kanalın ve dolgunun farklı zamana ihtiyaç duyabileceğini ancak hastayı da hırpalamayacağımı anlatırken “burada bir kanala en fazla bir saat verilir, cerrahi yapmıyorsun sonuçta” cevabını alıyorum.


Geliyoruz alacak/verecek konuşmasına. İplerin oldukça gerildiğini fark edip burada kopacağını düşünüyorum. Ne kadar istiyorsun bir kanaldan diye soruyor, on birim diye cevapladıktan sonra kadın küçümseyerek gülüyor ve “buraya gelen prof hoca bu kadar alıyordu” diyor. Orada tablet hocamız para mevzusu açılınca tabletini kapatıp koltuğunun altına sıkıştırıyor ve “şu kadar gün için şu kadar veririz, aletlerini biz veriyoruz, bir kanalda şu kadar kez kullanırsın, sigortan part time yatacak, yeri gelince öteki şubemizde olacaksın, araba da lazım olacak sana babadan alsan iyi olur keh keh” gibi sıralıyor. Sonra da eşi dönüp “ama önce seni bir deneyeceğiz şu gün hastalarımız var” diyor. Diyorum o gün fakülte çıkışı gelirim bakarsınız, “her gün fakülteye gidecek misin sen” diye soruyor. Hemen sonra da konuşma devam ettikçe beni deneyecekleri gün baktığım hastalardan para almayacağımı öğreniyorum ve nihayetinde ipler kopuyor ve beraberinde benim kayışın da koptuğunu fark ediyorum.


Sazı elime alıyorum ve ucuz aksiyon filmlerinde ağzında cigarasıyla ortama giren kahramanın “it’s my turn bitches” edasıyla başlıyorum: Beni denediğiniz günün bedeli bu olur, benim tarifemden alırım paramı, ayrıca hangi eğenin ne kadar kullanılması gerektiğine operatör hekim olarak ben karar veririm cerrah değil diyorum. Fakülteye giriş çıkış saatlerim belli, bölümde profesör titrinde biri olarak beni en çok sizin anlayacağınızı düşünüyorum, buraya en erken şu saatte gelirim, parada anlaşırsak da her gün gelirim diye ekliyorum. Hanımımız ortamdaki dominantlığıyla “biraz fazla paracıyız galiba” diyor, tablet hoca da benim bölümümdeki hocalardan bazılarına kendince laf çakıyor “x hoca hala böyle mi, bu hala tırı vırı mı yapıyor, şunun babasını da sevmezdim, ötekine selamlarımı ilet, beriki de haysiyetsizdi” diye… Ben de muhabbeti “hepsine selamlarınızı ileteceğim bahsettiğiniz şekilde, siz şartlarıma tamam derseniz sekreter hanıma aratırsınız” diyerek sonlandırıyorum. Bruksizm eşliğinde beni iki hayırla uğurluyorlar.


Bu muhabbet burada biter diye düşünürken bölümden oldukça agresif ve hiperaktif tavırlarıyla bilinen samimi bir arkadaşım (kendisini kimse idare edemiyor diye nöbet günlerini bana yazarlardı, muazzam keyif alırdım, hala da severim kendisini) fakültede sabah kahvaltıda otururken buranın kendisini iş teklifi için aradığını anlatıyor. Hiç başvurmamışım gibi dinliyorum:


-Boyabeni CV’den özgeçmişimi gördüklerini söylediler ve davet ettiler gittim. Bana işte salak salak soruyorlar bir saatte kanal yapabilir misin diye, dolgusuyla yaparım dedim bir şaşırdılar. Ya bize prof hoca geliyordu onun kadar iyi olur mu peki diye sordular, dedim o kim ki, ben daha genç ve atiğim onun iki katı hızla yaparım her şeyi daha iyi bile olur. Bir şaşırdı bunlar tamam mı… Sonra sordular ne kadar istiyorsun diye 20 birim dedim bunlar tabi bir afalladı, geçen biri görüşmeye gitmiş 10 birim demiş, gel sen 15 birime tamam de anlaşalım biz dediler. Dedim şu an çalıştığım yerden daha avantajlı olmazsa size gelmemin bir anlamı yok, 20’den aşağıya düşemem.


Kardeşim ağzına sağlık iyi demişsin çok mutlu oldum dedim…


Ertesi gün beni arayıp hastaların beklediğini hangi güne toplayacaklarını soruyorlar. Eğer parada anlaştıysak yarına yazabiliriz diyorum, sekreter hocaya soruyor ve bana dediğim gibi 10 birim olduğunu söylüyor. Ben de 15 isterim yalnız diyorum ve ortam kızışıyor. Sekreter hanım “ben size tekrar dönüş sağlayacağım” diyor. Daha bana teklif gelecek ve ben gururumla reddedeceğim üç beş de laf edeceğim diye hevesle beklerken hiç aranmıyorum ve bu müthiş hazdan yoksun bırakılıyorum.


Sırılsıklam iş görüşmesine geldiğim klinikten bu sefer de ıslak hayallerle ayrılıyor, onurumu ezdirmesem de gururumu pazara alıcıya çıkaramıyorum.


Yazı sonu notu: yazdıktan sonra bir merak ettim de sosyal medya hesaplarına baktım, sağlık turizmine başlamışlar, her diş hekimi gibi çok mutlular, müzikli reels videoları falan koymuşlar hasta bakarken, tedavi sonrası hastalarıyla gülücüklü pozlar vermişler, bazılarının eline klinik ismini taşıyan kağıt poşet tutuşturmuşlar… 10 senedir geldikleri nokta lüks gözükmeye çalışan alelade bir yer gibi olmuş…


Vizyon gerçekten çok başka bir şey…



174 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments


bottom of page